Gayrimenkul Hukuku

Muris Muvazaası Yargıtay Kararları

Bu makalede muris muvazaası nedir , muris muvazaası  şartları muris muvazaası Yargıtay Kararları, muris muvazaası ispat yükü konularına yer verilmiş olup faydalı olmasını temenni ederiz.

Muris muvazaası, miras bırakanın sağlığında yaptığı gerçek iradesini gizleyen ve mirasçıların miras payını bertaraf etmeyi amaçlayan işlemler bakımından, uygulamada en sık karşılaşılan hukuki uyuşmazlıklardan biridir. Özellikle taşınmaz satışları üzerinden yapılan görünürdeki işlemler, Yargıtay içtihatlarında ayrıntılı kriterlerle değerlendirilmektedir.

Bu yazıda; muris muvazaası Yargıtay kararları, yerleşik içtihatlar ve güncel uygulamalar ışığında, hukuki şartlar, ispat kuralları ve dava süreci bütüncül biçimde ele alınmaktadır.

Muris Muvazaası Nedir?

Muris muvazaası; miras bırakanın, mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği bir taşınmazı, tapuda satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi göstermesidir. Burada görünürdeki işlem ile gerçek irade arasında bilinçli bir uyumsuzluk bulunmaktadır.

Yargıtay’a göre muris muvazaasında esas olan; işlemin şekli değil, murisin gerçek iradesidir. Bu nedenle tapuda “satış” yazıyor olması, işlemin gerçek anlamda satış olduğu sonucunu doğurmaz.

Muris Muvazaasının Hukuki Şartları

Yargıtay kararları uyarınca muris muvazaasının kabulü için birlikte gerçekleşmesi gereken temel unsurlar şunlardır:

  • Görünürde geçerli bir hukuki işlem bulunması
  • Tarafların, bu işlemin gerçek iradeyi yansıtmadığını bilmesi
  • Murisin asıl amacının mirasçılardan mal kaçırmak olması
  • Gizli işlemin (çoğunlukla bağış) kanunda öngörülen şekil şartlarına aykırı bulunması

Bu unsurların varlığı hâlinde, muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davası açılması mümkündür.

Muris Muvazaası Yargıtay Kararlarında Değerlendirme Ölçütleri

Muris muvazaası Yargıtay kararları incelendiğinde, mahkemelerin soyut iddialarla değil, somut olayın tüm özelliklerini birlikte değerlendirdiği görülmektedir. Bu kapsamda Yargıtay özellikle şu kriterlere önem vermektedir:

  • Satış bedelinin gerçek piyasa değerine uygun olup olmadığı
  • Alıcının ödeme gücünün bulunup bulunmadığı
  • Muris ile alıcı arasındaki akrabalık ve kişisel ilişki
  • Murisin diğer mirasçılarla olan ilişkilerinin durumu
  • Taşınmazın devrinden sonra fiilî kullanımın kimde kaldığı
  • Ölümden kısa süre önce yapılan satış işlemleri

Bu kriterler birlikte değerlendirildiğinde, işlemin muvazaalı olup olmadığına karar verilmektedir.

Ölümden Önce Yapılan Taşınmaz Satışları ve Muris Muvazaası

Uygulamada en çok karşılaşılan durum, murisin ölümünden kısa süre önce yaptığı taşınmaz satışlarıdır. Yargıtay, bu tür işlemlerde özellikle dikkatli bir inceleme yapılması gerektiğini vurgulamaktadır.

Eğer satış bedeli fiilen ödenmemişse, alıcının ekonomik durumu bu bedeli karşılamaya elverişli değilse ve taşınmaz murisin kullanımında kalmaya devam etmişse, ölümden önce yapılan satış muris muvazaası kapsamında değerlendirilebilmektedir.

Muris Muvazaasında İspat Yükü ve Deliller

Muris Muvazaasında İspat Yükü ve Deliller

Muris muvazaası davalarında ispat yükü davacı mirasçılara aittir. Ancak Yargıtay, bu ispatın yalnızca yazılı delillerle sınırlı olmadığını kabul etmektedir.

Sıklıkla başvurulan deliller şunlardır:

  • Tanık beyanları
  • Banka kayıtları ve ödeme belgeleri
  • Taşınmazın gerçek piyasa değerine ilişkin bilirkişi raporları
  • Murisin beyan ve davranışlarını gösteren olgular
  • Tarafların sosyal ve ekonomik durumları

Bu delillerin birlikte değerlendirilmesi, muris muvazaasının varlığının ortaya konulmasında belirleyici olmaktadır.

Muris Muvazaası Davası ve Yargıtay Uygulaması

Muris muvazaası iddiası genellikle tapu iptal ve tescil davası yoluyla ileri sürülür. Yargıtay uygulamasında, dava kabul edildiği takdirde taşınmaz miras payları oranında mirasçılar adına tescil edilmektedir.

Önemle belirtmek gerekir ki; muris muvazaası davalarında zamanaşımı uygulanmaz. Bu yönüyle mirasçılar, aradan uzun yıllar geçmiş olsa dahi dava açabilme imkânına sahiptir.

Muris muvazaası uyuşmazlıklarında en tartışmalı durumlardan biri, miras bırakanın ölümünden önce yaptığı taşınmaz satışlarıdır. Bu tür işlemlerin gerçek bir satış mı yoksa mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapılan muvazaalı bir temlik mi olduğu, uygulamada sıklıkla dava konusu olmaktadır.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.03.2021 tarihli ve E.2018/435, K.2021/253 sayılı kararı, murisin ölümünden yalnızca bir gün önce torununa satış yoluyla devrettiği taşınmazın, bedelin fiilen ödenmemesi, satış bedeli ile gerçek değer arasındaki fahiş fark ve murisin makul bir satış ihtiyacının bulunmaması gibi olgular birlikte değerlendirilerek muris muvazaası kapsamında kabul edilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur

Bu karar, muris muvazaası davalarında gerçek iradenin tespiti, ispat yükü, hayatın olağan akışı ve ölümden önce yapılan temliklerin hukuki niteliği bakımından yol gösterici nitelikte olup, Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarını somut olay üzerinden net biçimde yansıtmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2018/435 K. 2021/253 T. 11.3.2021

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Eskişehir 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

YARGILAMA SÜRECİ

Davacılar İstemi:

Davacılar vekili; müvekkillerinin kök murisi…’ın 21.12.1991 tarihinde vefat ettiğini, ölümünden bir gün önce ise dava konusu taşınmazı torunu olan davalı …’a satış suretiyle devrettiğini, gribe yakalanan murisin ömrünün son günlerini yaşadığını düşünerek taşınmazı oğlu … …’a devretmek istediğini ancak oğlunun isteği üzerine hasta yatağında iken torununa temlikte bulunduğunu, borcu bulunmayan ve satıştan gelecek paraya ihtiyacı olmayan mirasbırakanın bu devri mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yaptığını,

davalının da herhangi bir taşınmaz satın alacak maddi durumunun olmadığını, kaldı ki aynı gün para alış verişi de yapılmadığını, satıştan bir gün sonra ölen murisin terekesinden para çıkmadığını, tüm bunların yapılan devrin gerçekte bağış olduğunu gösterdiğini ileri sürerek, davacıların miras payları oranında tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise mahfuz hisseleri oranında tasarrufun tenkisine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

Davalı vekili; taşınmazın devrinden sonra yirmi yıla yakın süre geçmesine rağmen davacıların herhangi bir talepte bulunmadıklarını, iddia edildiği gibi murisin oğlu … …’a bir teklifte bulunmadığını, davalının 1977 yılından beri dedesine bakması ve her türlü ihtiyacını karşılaması nedeniyle taşınmazı temlik ettiğini, ayrıca davalının bu devir nedeniyle Türk Ticaret Bankasına bir miktar para yatırdığını ve paranın tüm mirasçılar adına … tarafından çekildiğini, yine murisin devir işlemini hasta yatağında değil tapuya giderek bizzat yaptığını,

Ölümün de ani bir kalp krizi sonucunda vuku bulduğunu, hastalıktan istifade edilerek alınan bir ferağ bulunmadığını, 135 m2 büyüklüğünde ve üzerinde kerpiç bir ev bulunan taşınmazın 1991 yılındaki değerinin oldukça düşük olduğunu, davalının o yıllarda kadrolu futbol antrenörlüğü yaptığını ve bankaya cüzi bir miktar para yatırdığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

Eskişehir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.09.2013 tarihli ve 2012/37 E., 2013/463 K. sayılı kararı ile; murisin ölmeden bir gün önce taşınmazı torunu olan davalıya devrettiği, davacı tanıklarının yapılan satış işleminin muvazaalı olduğunu ve gerçekte mirasbırakan…’ın bu satıştan para almadığını beyan ettikleri,

Davalı tanıklarının ise farklı beyanda bulunarak satışın gerçek olduğunu belirttikleri, ancak satışın yapılmasından bir gün sonra murisin ölmesine karşın davalı tanığı …’ın murisin evi sattıktan sonra aldığı para ile bir kısım tadilatlar yaptırdığını, kalan parayı da bankaya yatırdığını beyan ettiği, bu beyanın samimi ve inandırıcı görülmediği, ömrünün son anlarına gelen bir kişinin bu şartlar altında evini satmasının da hayatın olağan akışına uygun olmadığı, bir gün sonra ölümün gerçekleştiği dikkate alındığında satış işleminin çok acele yapıldığı ve maksadın gerçek satış olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 06.04.2015 tarihli ve 2014/3310 E., 2015/4847 K. sayılı kararı ile;

“…Türk Medeni Kanununun 6. maddesinde düzenlendiği üzere “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”Yine 6100 sayılı HMK’nın 190/1 maddesi gereğince “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.”

Somut olaya yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca bakıldığında; mirasbırakanın mirasçılardan hiçbirisiyle probleminin olmadığı, dolayısıyla temliki mal kaçırmak amacıyla yaptığı iddiasının kanıtlanamadığı anlaşılmaktadır.

Hâl böyle olunca, davacıların temlikin muvazaalı olduğu iddiasını ispatlayamadıkları gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Direnme Kararı:

Eskişehir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.05.2016 tarihli ve 2016/4 E., 2016/161 K. sayılı kararı ile ilk hükümdeki gerekçeler tekrar edilerek; murisin ölmeden bir gün önce taşınmaz satmasının satışın makul ve normal olmadığına karine oluşturduğu, uzun zamandır malını satmayan murisin hasta hali ile işlem yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, satıştan elde edilen paranın kime verildiği ve murisin mal varlığında satıştan dolayı bir artış olduğuna dair hiç bir delilin mevcut olmadığı, diğer anlatımla satıştan elde edilen paranın bulunmadığı, ayrıca davanın reddi gerektiğinden bahisle karar bozulmuş olmasına karşın tenkis talebinin hiç değerlendirilmediği, bozma kararının bu yönü ile de yerinde olmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

UYUŞMAZLIK

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mirasbırakan tarafından ölümünden bir gün önce davalı torununa satış suretiyle yapılan temlikin, mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak yapıldığı iddiasının davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

“Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.

Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede;

“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların,

Görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.

1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

Miras hakları, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engellenen mirasçılar saklı pay sahibi olsun ya da olmasın yukarıdaki İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürerek iptalini isteyebilirler.

Ancak, muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hüküm ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hüküm uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bundan dolayı kendi lehine hak çıkaran taraf ispat etmelidir.

Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

Davayı açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür.

Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.

Eldeki somut olaya gelindiğinde ise mirasbırakan… 01.07.1900 doğumlu olup, 21.12.1991 tarihinde ölmüştür. Geride eşi … ve oğlu … ile kendisinden önce vefat eden kızı …’nin çocukları mirasçı olarak kalmışlardır. Murisin eşi 2002 yılında, oğlu … ise 2011 yılında vefat etmişlerdir. Dava konusu 136 m2 büyüklüğündeki kerpiç ev ve avlu vasfındaki 7 parsel sayılı taşınmaz ise mirasbırakana aitken oğlu …’dan olma torunu …’a 20.12.1991 tarihinde 8.000.000TL (8,00 YTL) bedelle satış suretiyle temlik etmiştir. Ancak, taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesi için mahkemece keşif yapılmış ve devir tarihindeki serbest piyasa koşullarına göre taşınmazın değeri 75.000.000,00TL (75,00 YTL) olarak saptanmıştır.

Mahkemece dinlenen davacı tanıkları ise mirasbırakan…’ın emekli maaşı aldığını, dava konusu taşınmazda bulunan evde oturduğunu ve herhangi bir borcunun bulunmadığını beyan etmişlerdir. Bu beyanlardan devir tarihinde oldukça ileri yaşta olan murisin içinde oturduğu evini satmasını gerektirir makul bir sebep ve ihtiyacının olmadığı anlaşıldığı gibi davalı tarafından satış karşılığında cüzi miktarda yapıldığı ileri sürülen ödemeye dair bir belge de sunulmamıştır.

Kaldı ki, devirden bir gün sonra ölen murisin terekesinden herhangi bir para çıkmamış, geride kalan eşi …’da ölümüne değin söz konusu evde oturmaya devam etmiştir. Belirtilen tüm bu olgular yanında taşınmazın gerçek değeri ile tapuda gösterilen bedeli arasında fahiş bir fark bulunduğu da dikkate alındığında; mirasbırakanın diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazı tek erkek evladının oğlu olan davalıya satış suretiyle temlik ettiği, ancak resmi akitte satış olarak gösterilen işlemin gerçek bir satış olmayıp, bedelsiz olarak yapılan devrin bağış niteliğinde olduğu sonucuna varılmıştır.

Diğer yandan, satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir bedel karşılığında yapılacağı açık olmakla birlikte, bedelin mutlaka para olması şart olmayıp, Hukuk Genel Kurulunun 16.06.2010 tarihli ve 2010/1-295 E., 2010/333 K.; 23.05.2019 tarihli ve 2017/1-1263 E., 2019/603 K.; 23.01.2020 tarihli ve 2017/1-1247 E., 2020/47 K. sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, ebeveynin normal bakımın ötesinde özel bir ihtimam ve bakıma muhtaç olduğu ve görev sınırının aşıldığı durumlarda yapılan bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi mümkündür. Böyle bir durumda temlik ivazlı sayılır ise de somut olayda davalının uzun yıllar boyunca dedesine bakıp hizmet ettiği yönündeki savunmasını ispat eder nitelikte bir delil bulunmamaktadır.

O hâlde, yerel mahkemece mirasbırakan tarafından yapılan temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı yukarıda açıklanan ilke ve esaslar ile yasal düzenlemelere uygun olup, yerindedir.

Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.03.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.”

Reform Avukatlık Bürosu

Ankara Avukat - Avukat Nalan KURU ve Av. Gökhan Yılmaz tarafından kurulmuş olup, Çankaya/Ankara’da bulunan avukatlık ofisinde faaliyet göstermektedir. Reform Ankara Hukuk Bürosu özellikle kamu hukuku ve özel hukuk alanında tecrübeli kadrosuyla hukuki ihtilafların çözümü noktasında hizmet vermektedir. Mesleğimizi yapmaktayken ön yargısız bir şekilde, dürüst , şeffaf , hızlı , iletişim halinde ve sonuç odaklı hareket etmekteyiz. Reform Hukuk ve Danışmanlık Bürosu Ankara , uzun yıllara dayanan tecrübesi ile gerek ulusal gerekse uluslararası alanda faaliyet gösteren müvekkillerine hukukun birçok farklı alanında danışmanlık ve dava takibi hizmetleri veren bir hukuk bürosudur. Büromuz farklı uzmanlık alanlarında başarı göstermiş avukatlardan oluşmaktadır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu